ESENLER ORTOPEDİK ENGELLİLER DERNEĞİ ONURSAL BAŞKANI AHMET KURT ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİNİN 97. YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE MESAJ YAYINLADI.
''BİR MİLLETİN ÖNDERLİĞİNDE İNANCIN ZAFERİ''
Çanakkale Zaferi, aziz milletimizin tüm imkânsızlıklara rağmen, inanç, azim ve kararlılıkla vatanımızı düşman işgaline karşı korumak için tarihimizin altın sayfalarına yazdığı bir destanın adıdır. Bundan 97 yıl evvel, Sevr emellerini gerçekleştirmek isteyen ve sahip oldukları büyük askeri ve teknolojik güçle Çanakkale önlerine gelen emperyalist güçler, milletimizin iman gücü karşısında asla unutamayacakları bir ders almışlardır. Vatanın dört bir yanından gelerek, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle savaşan ve bu uğurda can veren ecdadımız milli birlik ve beraberliğimizin ne kadar güçlü temellere sahip olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.
Çanakkale Zaferi, vatanın ve milletin, bekası ve mutluluğu için canlarını feda edecek kadar benliklerinden vazgeçmiş yüz binlerce milli kahramanın, ilahi bir mücadele gücüdür. Çanakkale Savaşları yalnızca bir askeri başarı değil, izzeti nefsi ve haysiyeti ile oynanmak istenen milletimizin topyekün ayağa kalktığı bir diriliş ve yükseliş abidesidir. Bu savaşta tüm dünya, Anadolu insanının cesaret ve iradesine şahitlik etmiştir. Çanakkale Zaferi, sadece geçmişimizin aziz bir hatırası değil, geleceğe yürüyüşümüzün en güçlü ilham kaynaklarından biridir.
Bir ahlak ve karakter abidesi olan İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un azimle, inançla, büyük fedakârlıklarla yürütülen istiklal mücadelemizi, destanlaştırdığı ve ebedileştirdiği muhteşem mısralarındaki o kutlu sözlere mazhar olan 250 bin şehit vatan evladını bedrin aslanları ile bir tuttuğunu şimdi daha iyi anlamaktayız.
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Bu vesile ile tarih boyunca vatan ve millet sevdası ile şehit düşmüş şanlı ecdadımıza; başta Çanakkale’de can veren 250 bin şehidimiz olmak üzere, bu vatanı bize emanet eden tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.
Bütün milletimizin Çanakkale Zaferi’ni kutluyorum.
ESENLER ORTOPEDİK ENGELLİLER DERNEĞİ
ONURSAL BAŞKANI AHMET KURT
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
MEHMET AKİF ERSOY